Ahlâk anarşizmi

Ahlâk, edeb ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahip olabilmek için, kuvvetli bir imana sahip olmak lazımdır. Geçen asrın başında imanın köklerine saldıran dehşetli ejderha, imanlarımızı sarsmakla kalmadı; o şöhreti âlemin her tarafına yayılan güzel ahlâkımızı da yerle bir etti. Ahlâka vurulan darbeler milletimizi mutsuzlar cemiyetine dönüştürdü. Allah ve ahiret inancı zayıf fertlerin, hayvani hislerine gem vuracak semavi bir şeriatın kontrolünden mahrum kalması toplumsal güveni ve saadeti ciddi manada zedeleyen ahlâk anarşisinin önü alınamaz boyutlara çıkmasına sebep oldu.
Ahlâk anarşizminin en mühim ve en tehlikeli tarafı hiç şüphesiz kadınlara temas eden boyutu. Ahirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü kadınların oynayacağı hadislerin rivayetinden anlaşılıyor zaten. Kadına hürriyetini vermek adı altında kadını ayaklar altında gezen değersiz bir meta haline sokan, esaretten kurtaracağım diye yuvasından dışarıya çıkararak her tarafından onu zincirleyen şeytani heyûla, ahlâksızlığın umumi bir hâl almasındaki en temel âmil. Bundan yıllar önce katıldığı güzellik yarışmasında Osmanlının torununu nihayet soyduk!” diye keyiflenen Batılıların reyleriyle birincilik kazanan bir aşûfteyle başlayan ahlâkî yıkımın seviyesi, bugün, gencecik kızlarımızın postmodern pazarlama yöntemleriyle satışa çıkarılmasına kadar ulaştı.
KANSIZ BİR NESİL SOYKIRIMI!..
Gazeteler, televizyonlar, mecmualar tamamen ahlâk anarşizminin daha da alevlenmesine hizmet etmekteler; ‘sûretperestlik’i teşvik edip insanlarımızın, gençlerimizin ruhen hastalıklı bir hâl almasına hizmet etmekteler. ‘Sûretperestlik’in ahlâkı fena halde sarstığı şuradan anlaşılıyor: Vefat etmiş bir güzel kadının cenazesine şehvetle bakmak ahlakı tahrip eder ve dehşetli bir ahlâksızlığın alâmetidir. Öyle de, ölmüş kadınların suretlerine ve sağ kadınların küçük cenazelerine hevesle ve şehvetle bakmak, derinden derine insandaki ulvi ve yüce hisleri yaralar, tahrip eder ve insanı insanlıktan uzaklaştırır. İşte yazılı ve görüntülü medyanın yaptığı ve sebep olduğu çirkef budur. Bu çirkefin tesiriyle, tüm gayesi nefsinin arzularını tatmin etmek olan, aklını ve kalbini hayvani duygularının emrine vermiş hastalıklı bir gençlik doğdu sonunda. Kansız bir nesil soykırımıdır bu!
SEFİH MEDENİYET AHLÂKI DEJENERE ETTİ
Çağdaşlık adı altında insanlığı böyle sukut ettiren sefih Batı medeniyeti, ahlâksızlık alâmetleri olan sıfatlara başka isimler vererek ve ölümü de unutturarak ahlâk ölçülerini değiştirdi. Meselâ; riyaya şan-şeref nâmını verdi, kuvvetlinin zayıfı ezmesine hayat mücadelesi dedi, bir ‘lafz-ı kâfir” olan yalana binbir türlü maske takarak meşrulaştırdı. Medeni insanın “ahsen-i takvim” üzere yaratılan fıtratını medeniyet adı altında köreltti. Gayet tabii bütün bu mamullerini bizim memleket gibi “Batı’dan gelsin de çamurdan olsun” tavrındaki memleketlere ihraç etti...
Halbuki riya fiili bir yalancılıktır ve yalanın her çeşidi ahlakı temelinden imha eden müthiş bir hastalıktır. Buna mukabil yüce ahlâkı ve yüksek huyları hakikate yapıştıran, insanı insan eden ve o ahlâkı daima yaşatan “sıdk” yani doğruluk ve ciddiyettir. Eğer sıdk kalkıp kizb yani yalan araya girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, yalancı insan da toplumlara oyuncak olur.
En tepedeki siyaset erbabından tutunda toplumun en aşağı tabakalarına varıncaya kadar, topyekün yalanı yaygınlaştırmak için adeta bir seferberlik ilân edilmiş gibi. Bu ortamda yetişen yeni nesiller, ise doğrulukla tanışmadan büyüyorlar.
Verdiğimiz birkaç misalden de anlaşılacağı üzere memleketimizde tam bir ahlâk anarşizmi yaşanmaktadır. Ahlâksızlıkları tescil edilmiş kişi ve kurumların dahi yaka silkmeye başlaması gösteriyor ki bu ahlâk anarşizminin boyutları en yüksek seviyeye ulaşmış durumda.
Bu anarşinin önüne geçilmesi ise öyle kokuşmuş Batı’nın batıl formülleriyle filen değil, ancak İslâmiyet’in taptaze reçeteleriyle mümkündür. İnsanlığın özellikle Müslümanların mutluluğu İslâmiyet’in hakikatlerinin hayata aksettirilmesinde saklıdır. Toplum hayatının istikamet ve huzurla devam etmesi ise ancak Yaratan’ın kullarının saadeti için gönderdiği Şeriat’ın yani “Kur’an ve Sünnet düsturları”nın hayat tarzı olarak kabul edilmesine bağlıdır.
Bütün fenalıkları, günâhları, ahlâksızlığı, rezaleti, fesat ve fitneyi imha edecek Kur’an nurudur. Rabbimiz o nûru; lütfundan fazlından, kereminden ihsan eylesin. Amin.

Çok acele avukat aranıyor!

Bu kadar da duyarsızlık olur mu be kardeşim? diye söylenen ve birbirini azarlayan az mı insan gördüm ben... Gururun putlaşıp firavun enflasyonunun yaşandığı, şu milenyum mudur ne zıkkımdır, yirmi birinci yüzyılda herkes akıldânelikte pîr olmuş; habire başkasına mürşidlik taslayıp, yol gösterme telaşında. Oysa; asıl nasihata muhtaç olan kendisi, asıl duyarsızlıkta ısrar eden kendisi; yani biz, yani siz, hepimiz ben, sen, o vs... Şöyle bir bakın çevrenize başa gelebilecek en büyük mesele olan ‘ölüm’e karşı kaç kişi duyarlı?.. Kaç kişinin “Kabre imanla girebilecek miyim” diye bir derdi var?
SON PİŞMANLIK
Yirminci asır ahmakların tahta oturduğu asırdı: Başkasına ukalâlık yapıp akıldânelik taslarken, aklını şeytanın cebine koyanların duvara tosladığı asır! Ha, şu yirmi birinci asır da sonu ne olunur bilinmez amma, selefinin kaderini paylaşacağa benzer bu gidişle. Nefsin avukatlığını yapmak, yerine, kendi paçasını kurtarmak için tezelden bir ‘avukat’ bulmazsa asrın garip çocukları, işte asıl o zaman ‘pişmanlık’ duygusunun ‘fayda vermeyeni’ ile tanışmakla kalmayacak, kaynaşacak da!
Birkaç yüz metrekarelik gayr-ı menkulleri kaybetmemek için az dava açılmamıştır mahkemelerde. Az avukat tutulmamıştır alt tarafı bir gün elden kaybolacak olan arsalar tarlalar için. Bunda şaşılacak bir şey de yok hani; alt tarafı akıl sahibi insanın malına sahip çıkması, hepsi o kadar... Mülkiyet hakkının müdafaası yahut... Malını mülkünü har vurup harman savuracak değil ya! Yalnız meselenin şaşılacak, akıllara ziyan yönü ise şu: Dünyada eni belli boyu belli bir fani malı geçici bir süre elde tutmak için yeri ve zamanı geldiği vakit o avukat senin bu avukat benim koşuşturan insan; ebedi hayatındaki mülkünü kaybetmek tehlikesi ile karşılaşınca niçin umursamazlıktan gelir? Nasıl kayıtsız kalabilir?
ÇIPLAK ELDE KOR ATEŞİ TUTMAK
Hele ki, imanı muhafaza etmenin çıplak elde kor ateşi tutmak kadar zor bir zamanda yaşayıp da cennetteki dünya kadar bir mülkü kaybetmek ve kazanmak tehlikesi başına şiddetli bir şekilde, açılmış iken; o insanların üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine duruşları ve ayakta uyuyuşları yok mu, adamı deli ediyor doğrusu!..
Sabah evden mü’min çıkıyoruz, akşam münkir dönüyoruz; akşam eve mü’min giriyoruz sabah münkir kalkıyoruz! Kabir koskocaman bir ejderha gibi ağzını açmış bizi bekliyor, ecel devasa bir aslan gibi peşimizde hep! Dünya kadar bir cennet mülkünü kaybetmek üzereyiz! Bir hangi havalardayız. Allah aşkına?!.
Çok ama çok acele; tecrübe edilmiş, mahareti tevatürle sabit olmuş, işinin ehli bir avukat aranıyor! Bütün servetimi bu davayı kazanmak için vermeye hazırım; aklı azıcık başında olan herkesin de dünya kadar serveti olsa bu davayı kazanmak için tereddütsüz harcayacağına eminim. Başına kazanmak riski hiç bu kadar tehlikeye girmemiş ‘imanla kabre girmek davası’ açılan bir ‘insan’ın buna aldırış etmediği müddetçe, ‘insan’ kalabileceğini iddia edebilecek kadar da hayvanlaşmadım henüz!

Bir babanın çocuğuna en güzel mirası

“SAHABENİN AHLÂKINI ÖRNEK ALIN!”
İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur. “Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derinleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidip, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler.” (İbnu Abdilberr, Câmi’ul-Beyâni’l-İlm ve Fadlihi’de kaydetmiştir 2,9)
Said İbnu’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz” (Tirmizî, Birr 33, 1953)
İSLÂMIN AHLÂKI: HAYA
Zeyd İbnu Talha İbnu Rükâne (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayadır.” Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 9, (2, 905); İbnu Mâce, Zühd 17, (4181, 4182).
Hz. Ebu’d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kıyâmet günü, mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz ve davranış) sahiplerine buğzeder.” (Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004), Ebu Dâvud, Edeb 8, (4799).
BANA EN YAKIN OLANINIZ
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın olunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.” (Cemaatte bulunan bâzıları): “Ey Allah’ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular: “Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi.” Tirmizi, Birr 77, (2019).
Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Batıl ve haksız yolda iken (münakaşa ve) yalanı bırakana cennetin kenarında bir köşk bina edilir. Haklı olduğu halde münakaşayı bırakan kimse için cennetin ortasında bir köşk bina edilir. Kim de ahlakını güzelleştirirse ona cennetin en âla yerinde bir köşk bina edilir.