BÜTÜN İYİLİKLER ALLAH'TAN,KÖTÜLÜKLER NEFSİMİZDEN
         İmam-ı Azam Efendimiz fıkh'ı;"Kişinin kendi(nefsi) lehine ve aleyhine olan işleri bilmesidir" diye tarif etmişler. İnce,keskin anlayış,idrak diye tarif edebileceğimiz fıkhın,İmam-ı Azam Efendimiz'in yaptığı tarife göre açığa çıkması için ilk gereken bilgi,kişinin evvela kendisini(nefsini) bilmesidir.
           Efendimiz(sav) "Allah,Ademi kendi suretinde yarattı" buyurmuşlardır. Avni Efendinin ifadesiyle söylersek "Vech-i insan sureti Rahmandır"
           Nasıl ki insan elindeki tescilli bir malı,tasarrufu altındaki bir mülkü,onları tesciliyle değerli hale getiren insanı,müesseseyi,devleti vs... bilmesiyle tanır. O mala yada mülke karşı güven duymaya başlarsa,yaratılan bir varlığın da kendini bilmesi,kendisini "kulum" diye tescil etmiş yaratıcısını,yaratıcısıyla olan alakasını bilmesiyle mümkündür. Yaratılan kendisine ancak yaratanından yol bulur. İnsan kendi derinliğine ancak Rabbiyle inebilir. Kişinin kendini bilememesi,zulmün mümbüt bir zemin bulmasını sağlar. Kişinin kendisine zulmetmesi,nefsini  Allah'a layık bir kıvama getirememesi ve Hakk'ın çizdiği sınırları bilgisizliği neticesinde aşma çabasına girmesidir. Sınır aşıldımı sınırı aşan kim olursa olsun,ilahi gazaba uğrar. Bütün iyilikler,hayırlar Allah'tan,bütün kötülükler şerler nefsimizdendir. Efendimiz(sav) "her kişiye tabiatına uygun iş kolaylaştırılmıştır." buyurmuşlardır. Şeytan vesvese vermekte,melek ise ilham getirmekte zorlanmaz. İnsanın zorlanması ise kendisine varabilmesi için,kendisini anlayabilmesi için,bilgiye mutlaka ihtiyaç duymasındandır.Bu bilgi de haktan insana indirilen vahiydir İnsanın hayır ve şerrin Allah'tan,Allah'ın izniyle başına geldiğine iman etmesi,iyiliklerin mahza-i lütuf olarak Hak'tan geldiğini,kötülüklerin ise Hak'tan uzaklaşma isteği içerisinde olan nefisten türediğinin bilgisine ermesi ancak Hakk'ın insana konuşması ile gerçekleşir.İnsan ilahi olanla dünyevi olan yönlerin katışıksız birleşimidir. İnsan kendisini,kendisini oluşturan yönleriyle ya da dışında onu etkileyen hadiselerden çıkarımlarıyla,kendisinin dışındaki kainatı gözlemesiyle tanımaya,bilmeye çalışırsa,yaratlılmış bir varlığın tavırlarını sergilemiyor demektir. Bugün kendisini ve dışndaki alemi yaratıcısından gelen bilgiyle tanımaya girişmeyen insan,ekber olan Hak'tan gelen bilgiden uzaklaşan insan,maddeyi bölebildiğince bölmüş asgari olan o bölmenin neticesinde karşısına partiküllerden elde ettiği bilgi ile kainatı ve kendisini tanımaya çalışmıştır. Cenab-ı Hak insanı niyeti ile hedefi ile meşguliyeti ile,eline ne geçiriyorsa o şey ile bırakır. İnsan da bu halde iken büyük işler başardığını,kendini ve tabiatı tanıdığını sanır,Allah'ı bırakır,partiküle yapışır. Büyük bir velinin buyurduğu gibi"Neye yönelirsen o olursun ne ile meşgul olursan onunla kalırsın"
              Kim Allah'a iman ederse,Allah kalbine hidayet verir. Kendi vücut alemindeki mekansızlığa açılan kapı olan kalpte Allah'ını bulamayan bir insan,ne kadar kendisini tanıyordur?
             
"Herhalde onların sinelerinde Allah'tan ziyade sizin korkunuz var. Bu Allah'tan ziyade sizden korkmaları fehimleri yok,fıkıhsız bir kavim olmalarındandır."(haşr 13) Fıkhın Allah'tan korunmanın nasıl gerçekleşeceğine dair bir anlayış olduğu ve bunu anlamayanların da nifak ehli olduğunu ayet-i kerimeden anlıyoruz Hasan Basri(ra) tarif ettiği gibi "Mü'min Allah'tan korkan,münafık Allah'tan emin olandır." İnsan Hakkı bildiği ölçüde ondan korunma ve ona korunma ihtiyacı hisseder. Allah'tan en çok korkan Allah'ı bilenlerdir.
               Neticede İmam-ı Azam efendimizin fıkıh tarifini açarsak Allah'ını bulup,bilen kendini bilir. Kendini bilen de Allah ile ilişkisinde takva üzere yani Allah'tan korunarak ve Allah'a korunarak,bu ilişkide kendisinin lehine ve aleyhine,kendisine zarar ya da kar getirecek niyetleri ve fiilleri bilir. Allah'ın kadim davranışlarını bilemeyen, Allah'ı tanıyamaz. Allah'ı tanıyamayan kendine yol bulamaz.