HIZIR BEY VE KASİDE-İ NUNİYESİ

   (Sivrihisar) 810- (İstanbul) 863 yılları arasında yaşamış olan Hızır Bey Çelebi, İstanbul'un ilk kadısı, âlim ve şâirdir. Sivrihisar kadısı Emîr Celâleddîn Arif'in oğludur. Köklü bir sipahi ailesine mensubdur.

  Hızır Bey Çelebi'yi önce babası okuttu. Sonra Bursa'da Molla Yegan'a gönderdi. Çok kabiliyetli ve çalışkan olan Hızır Bey Çelebi çabuk ilerledi.

Genç yaşta Molla Yegan'ın damadı oldu. Yine genç yaşında Sivrihisar Medresesi'ne müderris tayin edildi. İkinci Murad'ın yaptırdığı Ergene Köprüsü'ne üç mısrası Türkçe, son mısrası Farsça olan bir tarih düşürdü. Bu sırada yirmi yaşlarındaydı. 839'da Sivrihisar kadısı olan Hızır Bey Çelebi'nin bu vazifeye hangi tarihte tayin edildiği belli değildir. Zamanındaki âlimlerin içerisinde şöhret kazanmıştır.

  851'de Bursa'da bir medreseye müderris oldu. Fatih çağının ünlü âlimleri olan Molla Kastalânî , Muslihiddîn, Hayalî, Hocazâde de hep onun Bursa'da yetiştirdiği talebelerdir.

   Fatih, Hızır Bey Çelebi'ye çok değer vermiştir. İstanbul fetholunduğu zaman onu İstanbul'un ilk kadısı yapmış, oğulları Beyazıd ile Mustafa'nın Edirne'de yapılan sünnet düğününe onu da çağırmış ve Hızır Bey Çelebi ziyafette tarihçi Şükrullah ile beraber Padişah'ın karşısında oturmuştur. Hızır Bey Çelebi, bu sırada meşhur Behçet-ut-Tevârih'in bir kısmını bitirmiş olan Şükrullah'a bir takrîz yazmıştır.

   Fatih'in Hızır Bey Çelebi'ye değer vermesinin sebebi hakkında iki rivayetten bahsedilir:

   Birincisi, Fatih'in tahta geçtiği sıralarda Osmanlı ülkesine acem beldesinden gelen bir alimin ilmî tartışmalarda Türk alimleri aciz bırakması üzerine Fatih'in çok üzülmesi ve kendisine tavsiye olunan Hızır Bey Çelebi'yi çağırtarak acemle karşılaştırması hakkındadır. Meclise sipahi kılığı ile girip acem alimin istihzazına uğrayan Hızır Bey Çelebi, onu ilmî konuşmada yenerek Fatih'in büyük teveccühünü kazanmıştır.

   İkincisi, Fatih'in hocası Molla Gürânî ile Arabca üzerine yaptığı bir tartışma hakkındadır. Hızır Bey Çelebi İcâlet-ul-Leyleteyn adını verdiği Arabca bir manzumeyi Padişah'a takdim etmiş, Padişah'da bunu Molla Güranî'ye göstermiştir. Molla Gürânî, bu manzumede,

" Uzaklıktaki aşk benden arayı çoğalttı. Aranın uzaklığı şark ve garbın uzaklığı kadardır. Ey Sultan, benim bu manzumem bir veya iki gecenin acelesidir. Halbuki ders günlerimde meşguliyetimle beraber idi. Aynı zamanda iki saat da olsa dersimden ayrılmadım. " şeklinde tercüme ettiğimiz kısımda ve Kaside-i Nûniye içinde, " Yezid o iblisten daha fazla fitne fesadlık çıkarmadı. " sözünde geçen ' zâde ' fiilinin müteaddî olarak kullanıldığını, halbuki fiilin müteaddî  değil lâzımî olduğunu söylemiş ve bu fikrini Padişah'ın emriyle manzumenin kenarına yazmıştır. Alimlerin arasındaki ilmî mücadeleden çok hoşlanan Fatih, Molla Gürânî'nin itaraz kaydını Hızır Bey Çelebi'ye göndermiş; o da Kur'an'ın ' Fî Kulûbihim meradun fezâdehu m ullâhu meradun ' " Onların kalbinde maraz var. Allah Teâlâ da onların marazlarını çoğalttı... " mealindeki ayetini şahid göstererek fiilin  müteaddî olduğunu isbat etmiştir.

 Hızır Bey Çelebi, Molla Fenârî ile birlikte o zamana kadar gelen alimlerin en üstünü olarak kabul edilmiştir. Türk edebiyatında ebced hesabıyla tarih söylemeyi geliştirmiş, hatta Türkçede ebcedle tarih düşürmeyi icad eden kişi diye telakkî olunmuştur. Türkçe, Arabca, Farsça şiirler yazmışsa da , Türkçe ve Farsça yazdıklarından ancak birkaç mısra kalmıştır. Arabca meşhur Müstezâdı bu dile hakimiyetini gösterir. Ayrıca bu manzumede aruz veznini, o devirde asla görülmeyen bir ustalıkla kullanmıştır.

   En ünlü eseri, akâid ilminden bahseden Cevâhir-ul-Akâid kasîdesidir. Bu Arabca kaside yüzbeş beyitli olup medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Birkaç kere basılmış, şerhedilmiş, manzum olarak Türkçeye çevrilmiştir.

   Kasîde-i Nûniye'nin şerhlerinden elimizde 1169 yılında vefat eden Şeyh Dâvud bin Muhammed el-Karsî'nin şerhi, Mevlâna Şemseddîn Ahmed yani Hızır Bey'in talebesi Hayâlî'nin şerhi ve haşiyesi, Osman Aryânî'nin yazmış olduğu Hayr-ul-Kalâid şerhi ve Seyyid el-Hac Muhammed Şükrü bin Ahmed Atâ yani Gelenbevî'nin damadının Osmanlıca yazmış olduğu Tuhfet-ul-Fevâid alâ Cevâhir-il-Akâid şerhleri mevcuddur.

   Hızır Bey, 682'de ölen Kadı Sirâceddîn Mahmud'un yazmış olduğu mantığa dair Metâliu-l-Envâr'ı Fatih'in emriyle Farsçaya çevirmiştir. İlminin genişliğine kıyasen çok az eser vermişse de, pek kıymetli talebeler yetiştirmesi, idâri işlerdeki doğrululğu ve başarısı sesebiyle de anılmaya layık bir insan vasfımı kazanmıştır.

   Hızır Bey Çelebi'nin üçü erkek, ikisi kız olan beş çocuğu içinde, Hoca Paşa diye anılan Tazarruat adlı eserin sahibi Sinan Paşa, Ya'kub Paşa ve Ahmed Paşa da tanınmış âlim ve edebiyetçı şahsiyetlerdir. Kızları da Sultan Hatun ile Fahrunnisâ Hatun'dur. Sultan Hatun, Hacı kadın diye de anılmıştır.

Kaynaklar: Kâmus-ul-A'lam c.3 s: 3047, El-Fevâid-ul-Behiyye fî Terâcum-il-Hanefiyye s.70 , Keşf-uz-Zunûn c.2 s: 1348 ve Türk ansiklopedisi c.19 s: 217

Hızır Bey Çelebi ile ilgili bu bilgileri toplu olarak Dilârâ Yayınları'ndan -Hızır Bey'in Kasîde-i Nûniye'sinin şerhi- Şüpheden Hakikate  eserinden alınmıştır.

KASİDE-İ NÛNİYE

Senâ-u hamd-u minnet Hakk'a her ân

O'dur Sultan Ali-l-Vasfı veş'Şân

Yetişmez künhüne efhâm-ı mahlûk

Erişmez hükmüne âsâr-ı butlân

Hamd= güzel övgüler, bâtıl olmanın eserinden hüküm ve hikmeti münezzeh, şânı ve sıfatları âlî Allah'a mahsustur

Salât olsun Nebîmiz Mustafa'ya

Odur mübdi'-i nûr-i şer'i Yezân

Allah'tan rahmet ve bereketler, şeriatini izhar eden Adnan neslinden Mustafa=seçilen= seçkin Nebîmiz'in üzerinde olsun

Dahî ashâb-u âl-u tâbiîne

Bulutlar nitekim bezi ede bârân

Böylece rahmetler, bulutlar mer'alarda sahralarda cömerdlik yaptığı müddetçe, âlinin, ashabının ve sonra kendilerine tâbi' olanların üzerinde olsun

Budur abd-i fakîrin i'tikâdı

Kabul eder her ehli iman

Zihnimde tutmuş olduğum hükümler Allah'a karşı günah işleyen kulunun akidesidir. Onu, imanla vasıflanan her müslümana tavsiye etmektedir.

Zahîre eyleyub rûz-i cezâya

Umar Hakk'dan anınla ecr u ihsân

O zihnî akîdelerimi, ihsan ve adalet sahibinin yanına emanet bırakmış olduğum halde hakkında şüphe olmayan güne zahîre= azık saymaktayım.

Vucûd-i Sâni'-u Banî Kadîme

Delillerdir havâdis cümle erkan

İlâhımız = azabından korktuğumuz nimetini sevdiğimiz olan Ma'bûd'umuz, Vacib = aklın yokluğunu kabul etmediği Hak Bir Varlık'tır. Eğer O olmasaydı, imkan vasfıyla kuşatılmış silsile ferdleri kesilmezdi

Böylece hâdiseler= olaylar, aslî unsurlar, ferden ve topluca, kadîm, San'atçı, Yaratıcı'nın Vücûdu üzerine şehadet etmektedirler.

Çu yok halk-ı halâyık ihtilâfı

Bilindi bir durur bu hükme sultan

Mahlukun muhalefetten hâlî olarak yaratılması- çünkü tevâtür yoktur- ikinci bir hâlıkın= yaratıcının varlığına hüküm etmeyi engeller.

A'nın Zatı'na benzer nesne yok hiç

Vucûb ile değil bu hükm-i imkan

O Mutlak Vücûd'un Zât'ı yani Kendisi, imkanla vasıflanan şeyin benzeri değildir. Binaenaleyh Vücub ile imkan hükmü bir değildir.

Subûtî Sıfatlar

Velî Semi'-u Basar İlm-u İrâdet

Hayat, Kudret, Kelâm-ı gayri elhân

Sıfatlardır bular Zât ile kâim

Kadîmlerdir gerekdir böyle îmân

Çu etmez Hakk'dan ânlar infikâkı

Hata görmez bu sözde ayn-ı yekzân

O Mutlak vücud, Hayy= Diri'dir, İşiti'dir, Görücüdür, Bilici'dir, İradeli'dir, Kudret Sahibi'dir; telaffuz olmaksızın Kelam Sahibi'dir.

İfâde eyledi nefy-i teselsül

Ki vardır kudret zî sun'-u itkân

Birbiri ardınca yahud topluca teselsülün nefyi, sanatı hatadan korunan sanat Sahibi'nin Kudreti'ni ifade etmektedir.

Zâtî sıfatların delili

Delîl eylediler ilmine ânın

Kemâl-i sun'unu erbâb-ı îkân

Nitekim yakîn erbabı, müessirin ilminin üzerine işinin hatadan âri olmasını delil kılar

Erişmezse zamâniyyâta ilmi

Değil lâzım gelir kevkît-i ezmân

Ve Onun tüm zamanları bilmesi, ilminin zamana bağlanmasını gerektirmez.

İrâdetle gelir her şey vücûda

Değil lâkin rızası üzre küfrân

O'nun iradesinden hiçbir şey haric değildir. Ancak Kendisi aslâ küfre razı olmaz.

Dahî emr-u taleb olmaz irâdet

Sıfatdır ol eder isbât-ı rüchân

Allah Teâlâ'nın iradesinin manası, emretmek, taleb etmek değildir, bilakis makdûru= güç yetirilen şeyi, tercihe tahsis eden bir vasıftır

Şu eşyâda kim olmaya terâcuh

Revâdır anda tercih etmek insan

İki kâse beraber su verilse

Birin almak gibi ol demde atşân

Seçilmesi menfî olan şeyin tercih edilmesi mümkündür. Mesela susuz bir kimsenin iki su kabından birisini seçmesi gibi.

Dahi tekvîninin yokdur zamânı

Velî mahlûka vardır vaktile ân

Zâtî sıfatların delili- 2

Kelâm aslında bir nefsî sıfattır

Anın çün söylemez hırsla hayvân

Konuşmamız, nefsî bir sıfattır. Binaenaleyh kendimize mahsus olan konuşmak = telaffuz vasfıyla, dilsizden ve konuşamayan hayvandan ayrılmaktayız.

Değildir muktezâ Nefsiyle halkın

Lügâtin halkı İncîl-u Furkan

İncil ve Tevrat gibi lügatleri yaratması, Zatı'na mahsus kelâmının mahluk olmasını ve o kelâmın çokluğunu gerektirmez.

Kelâmın gayrıdır ilm-u İrâdet

Anı tefrîk eder yerinde vicdân

Binaenaleyh vicdanla beraber olduğu zamanda, iradesinin farklı olmasından dolayı, kelam, bir şeyi bilmek yahud onu irade etmek demek değildir

Değildir şer'i hak fer'i kelâmın

Yeter isbatına i'câz-ı Kur'ân

Kur'an'ın muciz olması kâfi geldiği için şeriatin sübûtu kelâm sıfatının dalı değildir.

Ahirette Allah'ın Görünmesi Haktır

Görür gözlerle Mü’minler Hudâ'yı

Anı görmez olanlar bunda umyân

(küfür sebebiyle dünyada) Kör olanlara değil lâkin ahirette  Allah'ın gözle görülmesi Mü'minler için vâki'dir

Dahî bilkim hüviyetdir görünen

Velî cevherliğinden sanma ey cân

Dahî sanma araz olmak yönünden

Ola ya sebk yönünden ana fukdân

Madde olduğundan, araz olduğundan yahud üzerine yokluk geçmesinden dolayı değil, ancak Zât-ı Şerîfi Kendisi görülecektir.

Bilinmez bunda Hakk'ın kühn-i Zâtı

Tereddüd ahiretde etti ihvân

 

Hakk Teâlâ'nın Zâtı'nın Hakîkati, âlemimize nazaran idrak edilmemektedir. Lâkin ahirette idrak edilip edilmemesi hususu tereddüdlüdür.

Cüz'i ihtiyâriye= irade vardır

Hudâ'dır halkeden fi'l-i ibâdı

Değildir halk eden bir nesne insan

Allah Azze ve Celle, kullarının fiillerinin ve zâhirde insandan meydana gelmesi zannedilen şeylerin Yaratıcı'sıdır. İnsanı da, insanın kendi eliyle yapageldiği şeyleri de Allah teâlâ yaratır.

Fiildir her ne eylerse sudûrî

Olubdur hâlık'ı ânın da Yezdan

Madde olduğundan, araz olduğundan yahud üzerine yokluk geçmesinden dolayı değil, ancak Zât-ı Şerîfi Kendisi görülecektir.

Hakikatde O'dur Hâdî Mudil Ol

Mecaz oldu rusul etti ya şeytân

 

Hakîkatte Allah Teâlâ, doğruya iletici = maksada ulaştırıcı veyahud doğrudan saptırıcıdır; her ne kadar mecaz yolu üzere hidayet peygamberlere ve dalâlet şeytanlara nisbet edilse bile

Kamu hüsn-u kubh şer'îdir ammâ

Olunur ba'zısı aklile iz'ân

Şeyin güzel veya çirkinliği şer'idir, amma biz deriz ki akıl vasıtasıyla da bilinebilir.

Kulun kisbidir elde ihtiyârî

Anınla etti derler tav'u isyân

vasıflanır.Kulun cüz'î ihtiyârı = iradesi vardır ve o kazançlarıdır. Binaenaleyh o kazanç sebebiyle " itaat etti " diye

Bilinmez akılla hükmî Hudâ'nın

Var amma illet ba'zında kavlân

Aslında Ma'bud'un hükmünde aklın müdahalesi yoktur. Bazılarda sebebinin bilinmesinin imkanlığı hususunda iki görüş vardır.

Hem olmaz olmayan vüs'atde teklîf

Velî âcizdir anda akl-ı insân

Kul gücünün fevkindekine mükellef değildir. Lâkin mükellef olmaması hükmü, âciz akılla değil, şeriatle bilinmektedir.

Olaydı halkı islah Hakk'a vacib

Olur muydu bu küfr-u fakr-u ahzân

Eğer kulu için en yararlıyı yaratması gerekli olsaydı, hiçbir kimseyi küfürle, fakirlikle, çeşitli belalarla, üzüntülerle mübtela etmezdi.

Rızk birdir

Harâm olsun mübah olsun muhassal

Ne yerse rızkını yer cümle hayvan

Rızk, hayvanın yemesi için sevk edilen şeydir; haram olsun mübah olsun. Binaenaleyh rızk iki kısımdır.

Ecel birdir, herkes eceliyle ölür

Mukaddem bir diri ölmez ecelden

Ederse pâre pâre ânı şîrân

Hiçbir hayvan ecelinden önce ölmez. Aslanların sivri dişleriyle parça parça olunsa dahi.

Kainat yokluktar var olmuştur ve yok olacaktır

Felekler cümlesi küllî anâsır

Olubdur belki hâdis hem dahî fân

Dahî eczâlarıdır cevher-i ferd

Ederler ehli Hakk isbât-ı burhân

Unsurlar, felekler = küreler hepsi hâdistir = yoktan var olmuştur. Açık delille cüzleri cevher-i ferd = maddedir.

Olubdur süfle ulvun irtibatı

Değil ta'lil ile belkim müdâfân

Görürsün gâh olur dâir medârı

Yine resm-i kadîmi üzre devrân

Aşağıdaki cisimlerin yukarıdaki cisimlerle irtibatı vardır, amma bu irtibat, ta'lil = birbirini var etmesi yoluyla değil. Çünkü cisimler yahud olaylar, Allah Teâlâ tarafından sebebiyle var olur. Bilakis irtibat sadece izâfîdir.

Peygamberlere iman

Hudâ gönderdi insana rasuller

Değil cinn-u melek ol yine insan

Hüdâ ile muhakkak muddaîler

Musaddık anları âyât-ı tıbyân

Ayet ve mucize ile davalarını tasdik ettiği halde Allah Teâlâ doğruluğa iletmek için biz insanlardan peygamberleri gönderdi

Gerekdir halka lâbud bir mütemmim

Çu lâzımdır bilinmek Ulu Subhân

Tamam ola anınla hükm-i aklî

Kemâle erişe hem ilm-i edyân

Dinler ilminde, Yaratıcı'yı bilmekte akılların hükmünde mahluk tamamlayıcıya muhtac olduğu için peygamberler gönderildi.

Peygamberlere iman

Nizam olmaz idi ger olmayaydı

Çu vardır arada îsâr-u udvân

Peygamberlerin gönderilmesi olmasaydı, ahiret işleri, îsâr ve udvandan dolayı dünya işleri nizam bulmazdı

Peygamberimiz'in bazı mucizeleri

Muhammed'dir O Şâh-ı enbiyâ kim

Edibdirler cemâdâtile zi'ban

Anın tasdîkini edib tekellüm

İşitdiler melâik cinn-u insan

Anın evvelde ve âhirde şânı

Değildir i'tibâr ehline pünhan

Tamam ola anınla hükm-i aklî

Kemâle erişe hem ilm-i edyân

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, bütün rasullerin efdalidir. İnsanlar tasdîkini, cemâdattan ve kurtlardan dahi işittiler

İbret almak halinde iki gözü olan kimseye, Nübüvvetten önce ve sonra olmak üzere her iki halde de işi açıktır.

Dahi gâibden ol verdi haberler

Birisi şol musibet ki gördü Osmân

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in, Osman bin Affân radıyallahu anh'ın başına gelecek bela gibi, hikaye yoluyla gaybdan haber vermesi,

Biri ashâb-ı kisrâ macerası

Hazâin gelmesi tahrîb-i buldân

Yine, ashabla Kisrâ'nın arasındaki maceradan, Kisrâ'nın hazinelerinin Allah yolunda harcanacağından, beldelerin harab olmasından,

İki kere denizden hem gazâlar

Hem ola evvelinde Binti Milhan

Nice dediyse keşf-i hâl-i rukbân

Kamer şakkı Bedir'de remy-i hasyâ

Uhud'da redd-i ayn-ı ibni Numân

Yine, mi'râcının vuku bulduğu gecenin sabahında kavmi mucize istedikleri zaman, ay küresini yarması ve gelen kervanın ahvâlinden haber vermesi, fiilî mucizelerinden biridir.

Ve Bedir'de keseklerle müşriklerin gözlerine atması, Uhud'da İbnu Nu'mân'ın kayboyluş gözünü sıhhate döndünmesi, yine Onun mucizelerindendir.

Rivâyetler senedlerle musahhah

Anın misli ki nakleyler Sahîhân

Ve sahih senedlerle Sahîhân = Müslim ve Buhârî'nin tahric ettikleri gibi nice sahih senedlerle yukarıdaki mucizeleri naklettiler.

Kamusunun budur sıdkına şâhid

Tevâtür buldular çün şi'r-i Hassân

Mucizeyi nakleden hadislerin manada hepsinin müşterek olması, Hassân'ın şiirleri gibi tevâtür haline gelmektedir.

Veli en A'zamı Kur'an olubdur

Anın bir sûresinde âcizdir ezhân

Ve mucizelerin en büyüğü Kur'an-ı Hakîm'dir. Nitekim bütün gayretlerini, zekalarını harcadıkları halde Arab fasihleri, bir sûrenin mukabilini getirmekten âciz kaldılar.

Ve mi'râc-ı Nebî hakdır Anın şahsıyla muhtasdır

Çıkıb fevk-al-ulâya Hakk'ı görmüşdür Habîbullah

Dahî mi'râcıdır vâki' rasûlün

Olubdur hem bedenle dâhî yekzân

Kitab ile ehâdis ile sâbit

Ki vâriddir meşâhir ile vuhdân

Uyanıklıkta bedenen mi'râcı, yani Mekke'den Kudüs'e ve Kudüs'ten Arş-ı A'lâ'ya ve Sidret-ul-Müntehâ'ya kadar yükselişi vâki'dir. Ayet, meşhur hadis ve haber-i âhedle tesbit edilmektedir.

Dediler hem mükerredir vukûu

Muârız düşdü gördüler hadîsan

Zâhirde teâruz sûretiyle vârid olan mi'râcın hakkında iki hadis, mi'râcın önce rûhanî sonra cismânî olarak vuku bulmasıyla defedilmiştir.

Anın dîni olubdur gayrı nâsih

Dahî neshı değil cehlen lî-Deyyân

Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in dîni = şeriati, sair dinleri neshedicidir. Dinlerin neshedilmesi, Deyyân olan Allah Teâlâ'ya hâşâ cehil değildir.

Vürûd etmişdi nass-ı nesh-ı Tevrât

Haber vermişti Mûsa-bni-İmrân

Velâkin gizleyib ânı hasedden

Rivâyet etmediler bil Yahûdân

Olur ki Mûsa-bni İmrân sallallahu aleyhi ve sellem, Tevrat'ın sonraki gelen kitabla neshedilmesinden haber vermişti. Yahudiler hasedden dolayı onu rivayet etmediler, gizlediler.

Peygamberler küfür ve günahtan uzaktırlar

Kamûsu enbiyânın ittifâken

Berîdir küfr-u fısk etmekden i'lân

Nebîler cümlesi, ümmetin ittifakıyla, küfürden, yalan etmekten, hükmü apaçık fısktan uzaktırlar.

Dahî amden kebâir eylemekden

buna zâhibdir ekser ehli ilmân

Dahî hisset-u denâet etmediler

Gerek amden gerek ya sehv-u nisyân

Sirka eyleyib şey-i hakîrî

Dahî etmek gibi tatfîf-i evzân

Ehli sünnetin ittifakıyla nebîler, bile bile büyük günah işlemekten, çoğu Ehli sünnete göre tartıları eksiltmek gibi küçük gühahtan dahi berîdirler.

Müevveldir zünûb ile haberler

Sağâir olmağıyla dahî nisyân

Denir yahud mukaddemdir vahiyden

Çu nâtıktır vukûu üzre Kur'ân

Nebilerin günah işlemelerini hikaye eden kıssalar, vahiyden önce yahud unutkanlık halinde vuku bulmuş demekle tevil edilir.

Delâlet eyledi tâ'zîm-u tekrîm

Melek üzre nebîde ola rüchân

Melekler üzerine Nebîlerin tercih edilmelerine, kendilerine ilmin talimi ve Allah'ın onları şerefli kılması ile delil getirildi.

Evliya Kerameti Haktır

Muhakkakdır kerâmet evliyâda

Gelibdir kıssa-i Asaf'la selmân

Asaf'tan, Ebî Derdâ'dan, Selman'dan nakledildiği gibi velînin kerametleri haktır = vâki'dir.

Görüb yâ Sâriye kim dedi fâruk

Mesâfe arada olmuşdu şehrân

Ve özellikle Ömer Fâruk radıyallahu anh'ın seslenip, Sâriye adlı kumandanı dağdan çevirmesi... Halbuki Nihavend ile Medîne arasında tam bir ay yol mesafesi vardı.

Hem efdaldir nebîler evliyâdan

Edibdir ittifâkı bunda ihvân

Değildir bir nübüvvetle velâyet

Nebîlerin dahî olursa lem'ân

velâyet makamından üstündür.Nebîlerin üstünlüğü açıktır. Bazı Ehli Sünnet kardeşin nezdinde, nebînin zâtındaki nübüvvet makamı, kendisinin

Evliya Kerameti Haktır

Dahi bilkim kücücük enbiyâyı

Ebû Bekr oldu hayr-ı cümle insân

İşitdiler çu mi'râcın Rasûlün

O tasdîk etti evvel sonra akrân

Nebîlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebû Bekr Sıddîk'tır. Çünkü muasır ashab içerisinde en önce o, Peygamber'i tasdik etti.

Ömer'dir bil hem andan sonra efdal

Olubdur dîne ol hayr-ul-muînân

Ebû Bekr'den sonra Ömer-ul-Fâruk üstündür. Çünkü Rasûl-u Muhterem'in dînini izhar etmekte en hayrlı yardımcı idi.

 

Ömer'den sonra dediler meşâyıh

Tereddüdsüz durur tafdîl-i Osmân

Hazreti Ömer'den sonra meşâyıhımız, Hazreti Osman'ın daha üstün olmasında tereddüd etmemekle fetva verdiler.

Dahi sonra Ali'dir efdal-i nâs

Rasûl'ün ibni ammî kân-i irfân

Hazreti Osman'dan sonra ashabın en üstünü Hazreti Ali'dir. Ve kendisi Peygamber'e onlardan daha yakın ve damatlar arasında en mutludur.

Haşir Bahsi

Seçilmez birbirinden haşr-i ebdân

Ki mâhiyetde birdir işbu emrân

Birinde medhali yokdur zamanın

Müsâvîler durur bulmakda imkân

İmkan ve birbirinden ayrılış olarak haşir yani ikinci kez bedenlerin dirilmesi, bedi' yani bedenlerin ilk yaratılışı, zamanın müdahalesi olmamakle beraber eşittir.

Kamu eczâ-i aslîdir ki vardır

Ekilde eyler ise ânı hayvân

Hudâ sun'i ile hıfzeyler ânı

Ol olmaz gayrıya eczâ-i ebdân

Bilakis bedenin haşrolunması hususunda, "Yokluğa uğramış mahluk iade edilir." sözünün tashîhine ihtiyac yoktur.

Çu verdi muhbir-i sâdık haberler

Muhakkakdır vukûu göre insân

Sırât-u vezn-u ahvâl-i kıyamet

Hisâbıyla kitab-u havz-u kîzân

Hayat-ı kabr-u lezzât-ı naîmâ

İkâb-ı kâfire âlâm-ı dîdân

Ve en doğru söyleyen, mümkinattan her neyi apaçık söylediyse, mesela sırat köprüsü, amel terazisi gibi,

Hesab gibi, kıyametin şiddetleri gibi, Efendimiz'in havz-ı Kevseri ve Havz-ı Kevser'de bulunan taslar gibi,

Ve kendisiyle lezzetlenilen veyahud elemlenilen kabir hayatı, cümlesi hakdır ve vâki'dir

Tevbesiz Gidenlerin Afuvu Mümkündür

Giderse tevbesiz ehli Kebâir

Ana vardır recâ-i afv-ı Rahmân

Ayıblı ve hased edicinin sözlerine rağmen, tevbesiz ölen kebâir işleyenlere afuv umulur.

Ki zira müstehak olmaz ikâba

Günaha tevbe eden ehli isyân

Değildir hem mukayyed tevbe ile

Nedenlü var ise âyât-ı Ğufrân

Çünkü Allah Azze ve Celle'nin nezdinde, tevbeyle birlikte işlenen günaha azab yoktur. Ve aynı zamanda mağfiret bildiren ayetlerde, tevbe etmek şart koşulmadı.

Kebâir İşleyenlere Şefaat Umulur ve Dua Tesirlidir

Şefaatle haber tahsis olunmaz

Görür ânı mutî'-u ehli isyân

Anın nefsi umum etmez ifâde

Murad olmaz kamu evkâf-u a'yân

Umumu ifade etmeyen ve şefaati nefyeden ayetler, şefaat hadislerini bazı vakitler ve şahıslara tahsis etmemektedir.

Ola ahyâra cümle enbiyâya

Şefaat etmek içün izn-i Rahman

Rahmân olan Allah'ın nezdinde bazı âsiler için şefaat hakkı, Rasullere ve hatta mü'minlere vardır.

Dahî ahyâye ve emvate duanın

Olur nef'i görülür ba'zı ahyân

Ölüler ve diriler için yapılan duanın menfaatleri vardır. Ve nitekim bazı vakitlerde müşahade edilmiştir.

Amel İmandan Cüz Değildir

Değildir hem amel imanda dahil

Mücerred ol olur tasdîk-u iz'ân

Amel imanın aslına dahil değildir. Bilakis iman, kalbî tasdik ve iz'andan başkası değildir.

Delîl-i cahd kılındı şedd-i zünnâr

Şeri'de nitekim ta'zîm-i evsân

Şer'i şerîf, adamın zünnar bağlamasını, puta saygı göstermesini, inkar ve küfrün delili kılmıştır.

Hem olmazlar şeriatde muğâyir

Hükümde bir durur islâm-u îmân

İman, İslamdan ayrı bir şey sayılmamaktadır. Ve şer'i şerifte, imana ayrı, İslama ayrı hüküm yoktur.

 

Sahihdir gerçi îmân-ı mukallid

Velî âsımdir eden terk-i im'ân

Her ne kadar delili terk etmekle âsi olunsa da, taklîdî imanla sevab kazanılır.

 

Kulun olmaz Hudâ'yı cehle özri

Zaman olduysa fikre dedi Nu’mân

Ergenlik çağına erişirse, İmam Ebû Hanîfe nezdinde, Hâlık'ını bilmeyen kimseye mazeret yoktur. Çünkü Yaratıcı'yı akılla bilmek ve inanmak imkanları verilmiştir.

İbadetde kul ermez bir makâma

Kim ânda ref'ide teklîf-i Deyyân

Deli ve çocuktan teklifin düşürülmesi gibi, kul için teklifi düşüren hiçbir mertebe yoktur.

Müctehid Hata Etse de Sevab Kazanır

Hata etmek olur hem müctehidler

Bozubdur hükm-i Dâvûdi Süleymân

Müctehid fetvâsında bazan hata eder; Süleyman aleyhisselam'ın fetvâsıyla birlikte Dâvud aleyhisselâm'ın hükümden dönüşü gibi.

 

İnşâallah demek gerekmez

Niyet etse de rûz-i hicrân

 

Kıyamet gününde kurtuluşu kasdetse dahi bir kişinin imanında şek etmesi lâyık olmaz = gerekmez.

Şeytana, Yezid'e Lanet Etmekte Sevab Yoktur

Değildir müstehak çünkim itâba

Edenler terk-i sebb-u la'ni şeytân

İblis, kafir ve cani olduğu halde, ona lanet etmeyi terk etmekte hiçbir kimseye azab yoktur.

Fesâdı çok mudur andan Yezîd'in

Sükût et demesinler sana la'ân

Bundan böyle Muaviye radıyallahu anhu'nun ağlu Yezid, şeytandan daha ziyade müfsid değildir; hakkında tel'inden sükût et, tel'inci ismiyle kınanmaya razı olma

 

İmamı = Halifeyi Tayin Etmek Vacibdir

Olubdur nasbı vâcib bir imâmın

İrade olmağıçün def'i tuğyân

Dahî sem'iledir ânın vucûbi

Dedi aklendir ehli'tizâlen

 

Tuğyanı = can güvensizliğini = zulmü, ızrârı = mal güvensizliğini bertaraf etmek için, doğrusu zalimi susturup mazlumun hakkını korumak için imamı = halifeyi tayin etmek, şer'an biz müslümanların üzerine vacibdir.

 

İmam olan mukaddem iş bu dîne

Ebû Bekr idi sâhib-i sıdk-u îkân

Rasulden âna olmuşdu işâret

Hem icmâ' etdi cümle ehli îmân

Kâdi Ebû Bekr Bâkillâni ve Celâleddin Devvânî'nin ittifak ettikleri üzere, Ebû Bekr radıyallahu anhu'nun hilâfeti, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in işaretiyledir.

Ebû Bekr etdi Fâruk'u halîfe

Sonunda meşveret ettiler erkân

Bundan sonra Ebû Bekr, Ömer Fâruk'un hilâfetini tasrih etti. Ebû Bekr'den sonra Hazreti Ömer tarafından hilâfet, Erkân'a = ashâb-ı şûrâ'ya havale edildi.

Bu erkânın beşi çün oldu teslim

kamu Osmân'a bîat etti a'yân

Ali'de etti ashab ictihâdı

Hatâ etti Muâviye ile Mervân

 

Ashâb-ı Şûrâ'dan beşi = Ali, Abdurrahman bin Avf, Talhâ, Zübeyr, Sa'd bin Ebî Vakkâs radıyallahu anhum, altıncısının = Hazreti Osman radıyallahu anhu'nun hilâfeti üzerine, büyük ashabın huzurunda bil'icmâ ittifak ettiler.

Hakkında ittifak edilen Osman'dır. Hazreti Osman'dan sonra kavmin büyükleri, Bîat-u Rıdvan gibi Hazreti Ali'ye bîat ettiler.

Hazreti Ali'nin hilâfeti hakkında açık bir hüküm yoktu, bilakis sahâb-ı kirâmın en büyükleri ittifak ettiler. Bununla beraber Hazreti Muaviye, Mervân gibi ıctihadında hata etti

Bütün Sahabeyi Hayrla Yad Etmek Gerekir

Anıb harla ashâbın kamûsun

Birine anların sen olma ta'ân

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabının hepsini hayrla, iyilikle yâd et, ta'n edicilerin ta'nını terk et.

Bu dîne eylediler bezl-i makdûr

Olub şer-i şerîfe hayr-ı a'vân

Ve hepsi din ve şeriat için ruhlarını harcadılar. Ve en hayrlı olarak dîne yardımcı oldular.

İlâhî şol Habîbin hürmeti çün

Kim ettin Sen Cemâlin ana ihsân

Bizi cennetde ol cem'in ayırma

Bula âmîn diyen son demde îmân

Ey Rabb'im! Ebedî olarak sevgilerini kalbimden silme. Duama âmîn diyen kimse, imânın selbinden emin olsun.

Dahî olsun meserretlerde daim

Beni bir hayr ile yâd eden ihvân

Cihanda nitekim rûy-i zemîni

Siyâb-ı hıdır ile zîn ede nisan

Nisan yağmuru yer yüzünü yeşillendirdiği müddetçe, beni hayrla yâd edenin yardımı devam etsin.

Allah teâla bu büyük zevatın sözlerini iyi anlamamızı ve yollarında gitmekliğimizi bize ihsan eylesin... Ne güzeldir bilmeyenin öğrenmek istemesi ve ne güzeldir güzellerin güzeli İslam güneşi.....