Beddua almak: Urve b. Zübeyr naklediyor: "Erva adındaki bir kadın,Aşere-i Mübeşşereden,Said b. Zeyd'i medine valisi Mervan'a şikayet etti. İddia önemliydi,ilgisiz kalınamazdı. Said çağırıldı. Durum kendisine iletilince şunu söyledi: "Ben bu hususta Peygamber'i dinledikten sonra,hiç onun hakkını üzerime geçirir miyim?" Mervan: "Peygamberden ne işittin?" dedi. Saidde "Ben Rasulullah(sav)'dan her kim haksız yere bir başkasının bir karış yerine tecavüz ederse,o yerin yedi katı, o mütecavizin boynuna halka gibi geçirilir buyurduğunu işittim." Vali Mervan:" Artık bu sözden sonra,senin suçsuz olduğuna dair delil getirmeni istemem,sana inanıyorum."  Ancak bu ağır ithama maruz kalan Said,şunları söyledi: "İlahi!Eğer bu kadın yalancıysa gözünü kör et ve onu kendi arsasında öldür" diye beddua etti. Olayı anlatan Urve der ki:" O kadın ölmeden önce gözü kör oldu. Ve Said'in bedduasına uğradım diyerek bu dünyadayken cezalandırıldığını belirtirdi. Bir gün evinin bulunduğu arsada ki kuyuya düştü ve orası kabri oldu...
Beddua almak da dua almak da kolaydır. Ancak sakın ola beddua almayın. Hele hele haksızlığa uğrayanın,mazlumun bedduasını.. Şu devrimizde binlerce,yüzbinlerce mazlumun ahını bedduasını alan insanların vay haline.
Dünyayı terk caiz değildir: Bir gün Rasulullah(sav) ashabına kıyameti anlatmış ve uyarıda bulunmuştu. Ashab-ı kiram,bundan çok etkilenmişler,rikkate gelerek Osman İbn Maz'un evinde toplanmışlardı. Orada aralarında "daima oruçlu olmaya,döşek üzerinde uyumamaya,et ve yağlı yemek yememeye,kadınlara yaklaşmamaya,koku sürünmemeye,dünyayı terk etmeye ve paçavraları giyip yeryüzünde seyahat etmeye" karar vermişlerdi. Bu haber Rasulullah'a ulaşınca şöyle buyurdular:
-Ben böyle bir emirde bulunmadım. Elbette nefsinizin üzerinde hakkı vardır. Oruç tutunuz ama oruçsuzda olunuz. Namaz kılınız ama uyuyunda. Ben namaz kılarım uyku da uyurum. Oruç tutarım,iftar da ederim,et de yerim,yağ da yerim. Kadınlara da yaklaşırım. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.
Bu hadise üzerine şu ayetler inmiştir:" Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı helal nimetleri kendinize haram etmeyin,aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. Size rızık olarak verdiği nimetlerden helal ve hoş olarak yiyin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'tan sakının." (maide 87-88)
Abdestle günahlar dökülür: Hz. Osman(ra) anlatıyor: "Rasulu Ekrem(sav) ile beraberdim. Huzurunda abdest alan biri vardı. Bu arada rasulullah(sav) güldüler. Bunun üzerine niçin güldünüz ya Rasulullah dedim. Rasulu Ekrem(sav):
-Allah Teâla'nın abdest alan kuluna olan ikramına güldüm. Abdest alıp azalarını yıkayan her kul,ne zaman bir uzvunu yıkasa, o uzuvdan su ile beraber günahları da dökülür.
Emanet ve ehliyet: Mekke fethedilmiş,müslümanların yıllar süren hasret ve özlemi sona ermişti. Artık sıra Kâbenin putlardan temizlenmesine gelmişti. O ana kadar Kâbe görevlisi olan Osman b. Talha henüz müslüman olmadığından kapıyı kilitlemiş,Kâbenin damına çıkmıştı. İstemelerine rağmen anahtarları müslümanlara vermedi. "Ben Muhammed(sav)'in gerçekten Allah'ın Rasulu olduğunu bilsem,ona veririm" dedi. Hz. Ali yanına gitti,kolunu bükerek anahtarları aldı. Allah Rasulu içeri girerek iki rekat namaz kıldı,dua etti. Bir müddet sonra Kâbeden çıktı,anahtarı Hz. Ali'ye vererek: "Bunu Osman b. Talhaya iade et ve ondan özür dile" buyurdu. Hz. Ali söyleneni aynen yaptı. Ancak Osman olanlardan birşey anlayamamıştı. Önce anahtar alınıyor,sonra da geri iade ediliyordu. Hem de özür dilenerek. Ve haklı olarak sordu: "Ben anlayamadım! Önce eziyet ettin,zor kullandın,sonra da gelip özür diledin. Bunun manası nedir?" Hz.Ali:" Allah bu durum hakkında şu ayeti indirdi (Allah size emanetleri sahiplerine (ehline) vermenizi emrediyor) Bunu için sana iade ettik."  Bu olanlar Osman'ı düşündürdü, gerçeği görmesini sağladı ve kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.
Emanet ehline verilmelidir. Kâfir,müşrik bile olsa bu gibi hizmetler onlara,ehli iseler verilmelidir. Adili mutlak olan Allah'ın bu emrini günümüzde ne oranda tatbik ediyoruz acaba?
Yeşil elbise:Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim. Bugün cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun.
-Biliyorum ama sebebini de merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte. Belki çevrenin tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
-Herhalde şaka yapıyorsun? Bunun için cami terkedilir mi?
Ciddi söylüyorum. Giyimime ve özellikle yeşile çok düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçektende öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-Peki hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-Çocukken dedemle bir kaç kez gitmiştim. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi pek zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan iki ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı. Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
-Hani camiye gelmeyecektin?
Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde,yeşil örtülü bir tabutun içinde yatıyordu.
Havf ve recasız ibadet: Râbia hatun hızla bir tarafa doğru koşuyordu. Bir elinde su testisi,bir elinde ateş vardı. Onu böyle telaşlı koşarken  görenler: "Ey ahiretin hanımı! Nereye böyle? Niçin koşarsın?" diye seslendiler.
-Cenneti yakmaya,cehennemi de söndürmeye gidiyorum.
O insanlara bir şeyler söylemek,onlara yön vermek istiyordu. Ama sözünü kestiler:
-Niçin cenneti yekıp,cehennemi söndüreceksin?
-İstiyorum ki,Allah ile kul arasına giren bu iki perde ortadan kalksın. Kalksın ki,asıl hedef ve gaye görünsün. Alah'ın kulları havf ve reca(korku ve ümit) olmaksızın Rabbi Zü'l-Celal'e hizmet etsinler. Eğer cennet ümidi ve cehennem korkusu olmasaydı, kimse Allah'a kulluk ve ibadet etmezdi. Ama gerçekten sevenlerin istediği şey,sevgiliye yani Allah'a ulaşmaktır. Onlar her iki dünyada da O'na kavuşmanın aşkıyla yanıp tutuşmuşlardır.